Her yıl ülkemizde görülen yangınlar, bu yıl yürekleri parçalayıcı ve yıkıcı bir etkiyle kendini gösterdi. Manavgat ile başlayan yangınlar zinciri, Bodrum’dan Adana’ya, Muğla’dan Isparta’ya, kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayıldı. İçmeler’de deniz seviyesinde gördüğümüz alevler, Akseki’de dağların zirvelerinde karşımıza çıktı.
Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğum yangın ekoloğu İsmail Bekar da yangınların ülkemizde zaten olağan bir durum olduğunu, özellikle Çanakkale’den başlayan ve Adana’ya kadar uzanan kıyı kesiminde her yıl yüzlerce yangın görüldüğünün altını çiziyor:
“Fakat bu yıl yaşadığımız durum ortalamaların çok üstünde. Örneğin Avrupa Orman Yangınları İzleme Sistemine göre, bu bölgede çıkan yangın sayısı önceki yılların ortalamalarından üç kat daha fazla. Yangınlar gelecekte de varlığını sürdürmeye devam edecek. Bu her yıl böyle büyük yangınlar yaşayacağız anlamına gelmese de büyük yangınları yaşama sıklığımızın artması yüksek bir ihtimal.”
Bu denli büyük yangınlar görüyor olmamızın en temel sebebinin iklim değişikliği olduğunu vurgulayan İsmail Bekar, artan sıcaklıklar ve kuraklıklar yangınlar için elverişli bir ortam yaratıyor diyor ve insan aktivitelerinin çok önemli olduğunu ekliyor:
“Böylece hem yangın çıkma olasılığı artıyor hem de çıkan yangınların büyüme olasılığı. Tabii iklim değişikliği doğrudan yangın çıkmasına sebep olmuyor. Yangınların çıkış nedenleri çoğunlukla insan aktiviteleriyle ilişkili. Fakat artan sıcaklıklar orman yangınlarına elverişli hava şartlarını sağlıyor.”
Konunun buraya kadar olan kısmı, ortaya çıkan yangınların neticesiyle hemen hemen herkesçe kabul gördü. Ama şimdi en büyük tartışma konusu bundan sonrası için neler yapılacağı…
Yanan alanlar genelde Akdeniz iklim kuşağı olarak adlandırılsa da, ağaç türü, yükselti, orman yapısı ve insan ilişkileri açılarından pek çok farklılığı bünyesinde barındırıyor. En önemlisi de yangınla mücadele ederken, yangın sonrasında neler yapılması gerektiği…
Bu noktada akıllarda birçok soru işareti var:
* Yanan yerlerde nasıl adımlar atılmalı?
* Ormanlarımızı yeni yangınlardan korumak adına neler yapılmalı?
* Ormanlık alandaki insan faaliyetleri, yerleşimleri nasıl olmalı?
* Yangın söndürme organizasyonu nasıl olmalı?
Konuyla ilgili İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Doğanay Tolunay ve Prof. Dr. Hüseyin Dirik hurriyet.com.tr’ye önemli bilgiler verdi.
YANAN ALANLARI DOĞAYA MI BIRAKMALI, YOKSA HEMEN YEŞİLLENDİRME ÇALIŞMALARI MI BAŞLAMALI?
Prof. Dr. Doğanay Tolunay, kızılçam ve maki alanlarının yangına uyum sağlayan türler olduğunu ve yangından sonra kolayca gençleşebildiklerini söylüyor. Yanan alanların yeniden ormanlaştırılmasında ise şu tavsiyelerde bulunuyor:
“Öncelikle yanan alanların ve makiliklerin çok iyi incelemesi yapılmalı. Eğer yanan alanların içinde 30 yaş ve üstü kızılçam ormanları varsa, yanmış ağaçlardan toplanan kozalaklı dalların araziye serilerek bırakılması yeterli. Eğer 30 yaşından daha genç kızılçam ağaçları varsa bunların üzerinde yeterince kozalak ve tohum olmayabilir. Bu alanlarda ise çevredeki yanmamış ormanlardan tohum ve kozalak toplanarak yanan alana serilmesi yeterli olacaktır.”
Prof. Dr. Doğanay Tolunay ayrıca, yanan kızılçam alanlarının aralık-ocak ayından itibaren yağışların başlamasından sonra yavaş yavaş çimlenmeye başlayacağını ve bahar aylarında da her bir metrekareye onlarca geç kızılçam fidanının geleceğini söylüyor ve ekliyor:
“Önceliğimizin yanan alanların tohumdan gençleştirmemiz. Ağaçlandırmayı ise ancak yeterince orman varlığı olmayan, doğal olarak tohumla gençleştirme yapamayacağımız istisnai yerlerde düşünmeliyiz.”
SERVİ, ZAKKUM, MELENGİÇ, KEÇİBOYNUZU YANGINA KARŞI DİRENÇLİ…
AMA BU TÜRLERDEN ORMAN OLUŞTURULMAMALI
Her bitkinin tutuşma derecesi birbirinden farklı diyen Prof. Dr. Doğanay Tolunay, servi, zakkum, melengiç ve keçiboynuzu gibi türlerin nispeten yangına karşı daha dayanıklı olduğunu söylüyor ama bu türlerden orman oluşturulmasının doğru olmadığının da altını çiziyor.
“Bu türler zaten Orman Genel Müdürlüğü tarafından sadece yol kenarlarında, yoldan gelebilecek ateşin kolayca tutuşması ya da büyümemesi için halihazırda kullanılıyor. Ayrıca birkaç sıra halinde orman içinden geçen yolların kenarında da kullanılıyor. Bu nedenle sadece bu türlerden orman oluşturulması çok doğru değil.”
Peki yol kenarlarında ya da yangına karşı riskli bölgelerdeki alanlarda bu türlerden takviye yapmak gerekiyor mu?
Prof. Dr. Doğanay Tolunay bu türlerin arttırılması yerine, yangın riski yüksek olan yol kenarlarında, yerleşim alanlarının çevrelerinde ve varsa tesislerin çevrelerindeki belli bir alanda kontrollü yangınları öneriyor. Böylelikle orman altında birikmiş olan kuru yapraklar ya da yanıcı maddelerden kurtulmuş olunuyor.
ORMANLARDA EMNİYET ŞERİTLERİNİN ARTIRILMASI ŞART
Prof. Dr. Doğanay Tolunay, yangın riskinin yüksek olduğu bölgelerde ve bu bölgelerdeki kızılçam, karaçam gibi çam türlerinin yoğun olduğu alanlarda ormanı küçük parçalara ayırmak gerektiğinin altını çiziyor. Bu doğrultuda da en önemli adımın ormanlarda emniyet şeritlerinin açılması olduğunu vurguluyor.
“Bu durumun birkaç çeşidi var. İlki, genellikle tepelik alanlarda, tepelerin sırtından geçecek şekilde 5-15 metre arasında yolların açılması. İkincisi ise çam ormanlarının içinden geçerken üzeri çıplak yollar görmüşsünüzdür. Bu yollar hem yangının ilerlemesinin durdurulması hem de yangınlara hızlı müdahale için kullanılıyor. Bu yangınlardan sonra özellikle yanan yerlerinin ormanlaştırılması sırasında yangın emniyet yollarının oluşturulması gerekiyor.”
BÜYÜK ALANLARDA HAYVANCILIK DAHA DİKKATLİ ŞEKİLDE YAPILMALI
Orman yangınlarının olduğu bölgede pek çok yerleşim yangınla birlikte hasar gördü. Bu yerleşim yerlerindeki insanların çoğu da hayvancılıkla geçimlerini sağlıyordu. Yangınlardan sonra sosyal medyada daha önce yaptığı bir konuşma yeniden paylaşılan Sarıkeçililer Yardımlaşma Derneği Başkanı Pervin Çoban Savran yine gündem oldu. İki dakikalık videosunda “Keçilerin ormanda otlaması orman tabanındaki bitki örtüsünü azalttığı için yangın riskinin azalmasına neden oluyor” açıklaması yer alıyor.
Durum böyle olunca da akla hemen şu soru geliyor: Yangınlar sonrası bölgedeki hayvancılık, ormanlık alanların dışına mı taşınmalı, yoksa yine aynı şekilde devam mı etmeli?
Prof. Dr. Doğanay Tolunay bu konuda hayvancılığın yapılması ya da yapılmaması gereken yerler var diyor ve ekliyor:
“Örneğin keçi gençleşmekte olan yeni fidanların olduğu orman alanlarına girdiği zaman o ormanların gençleşmesine zarar verebiliyor. Diğer taraftan yaşlı ağaçların olduğu alanlarda orman altındaki çalı ve otlardan beslendiği için yanıcı madde yükünü azaltabiliyor. Bu nedenle keçiler girsin ya da girmesin diye kestirip atmamak gerekiyor. Daha kontrollü şekilde hareket etmek gerekiyor, doğanın dengesini de bozmadan…”
YANGINLARIN OLDUĞU YERLERDE AŞIRI İNSAN VAR
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Dirik, yangının bu bölgelerin kaçınılmazı olduğunu ve ne yazık ki yeniden yangınlar yaşayacağımızı söylüyor ve nüfusa dikkat çekiyor. “İstanbul’u düşünün… Şehrin bilimsel araştırmalar sonucu üzerinde taşıma kapasitesi 6 milyon. Ama şu an 16-17 milyon arası nüfus var. Gelen turistler de 1-2 milyon dersek rakam neredeyse 20 milyona dayanıyor ya da geçiyor. Bu durum en başta neyi ortaya çıkarıyor; kirlilik ve susuzluk… Zaten müsilaj ve barajların geçen yıl can çekişmesiyle bunu yakından gördük. Bunların hepsi taşıma kapasitesini aşan bir kullanımın sonucu…”
Aynı durumun Ege ve Akdeniz içinde geçerli olduğunu vurgulayan Dirik, yangının olduğu alanların yaz döneminde inanılmaz derecede bir insan dolaşımına sahne olduğunu söylüyor.
“Yangının olduğu yerlere bakarsanız taşıma kapasitesinin iki-üç katını aşan insan yükünü göreceksiniz. Bu da yangınlara davetiye çıkaran unsurların başında geliyor. O bölgeler eskiden sakindi… İnsanlar geldiler, ormanların içlerinde ev yaptılar, siteler yaptılar ve bu bölgelerde doğa tahribe uğradı. Böyle bir durumda da yangınlar kaçınılmaz.”
ORMANLIK ALANDA İNSAN FAALİYETİ DÜZENLENMELİ
Prof. Dr. Hüseyin Dirik, bundan sonrası için ormanlık alanlarda insan faaliyetlerinin iyi bir şekilde izlenmesi gerektiğini ve sorumsuzluğa karşı da ağır cezalar verilmesini, ormanların yanmasına sebep olanların ucuz kurtulmaması gerektiğini vurguluyor. Dirik, ayrıca halkı bilinçlendirmek kadar, ormanlık alanların olduğu yörelerin denetimini bölgesel güvenlik politikalarıyla daha güçlendirilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
YENİ PLAN VE ORGANİZASYONLAR GEREKLİ
Orman yangınlarıyla mücadelede öncelikli sorumluluk kamunun görevi olsa da vatandaşlar da yeşil alanları korumak için cansiperane mücadele örneği gösterdiler. Prof. Dr. Hüseyin Dirik, insanların gönüllü şekilde çalışmalara katılmasını alkışlıyor ama önemli olanın insan gücünden çok organizasyon olduğunu vurguluyor.
“Mantıklı ve doğru bir şekilde yürütülen organizasyonla yangınların üstesinden gelebilirsiniz. Bu nedenle bundan sonrası için bölgelerde yangın senaryoları üzerinden yeni plan ve organizasyonlar hazırlanmalı”
Dirik, yangın büyüdükten sonra, söndürme konusunda özellikle de şiddetli bir rüzgar varsa yapılabilecek çok fazla bir şey olmadığını, başlangıç aşamasında havadan yapılan müdahalelerin oldukça önemli ve yararlı olduğunu söylüyor.
“Bundan sonrası için bu konuda ciddi bir adım atmamız gerekiyor. Özetle yangınla mücadelede organizasyon gücümüzü iki-üç katına çıkarmamız gerekiyor.”
YERLEŞİM YERLERİ ORMANLIK ALANLARIN DIŞINDA OLMALI
Bundan sonra olacak yangınlara karşı yerleşim yerlerinin, yanıcı bitki örtüsünün olmadığı güvenli bir açıklık alanda olması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Hüseyin Dirik, “Mevcut olanların da taşınması gerekebilir ama tabi bu büyük bir adım. Olur mu, olmaz mı bunun için bir şey söylemek şimdiden güç. Ama bu kadar büyük ormanlık alanın içinde yerleşim alanı olmamalı…” diyor.
YANGIN SONRASI YÜZEYSEL EROZYON İHTİMALİ YÜKSEK! ÖNLEM ALMAK ŞART…
Prof. Dr. Hüseyin Dirik, yangınların gerçekleştiği alanda yüzeysel erozyon meydana gelebilir diyor ve ekliyor:
“Yüzeyde çıplak örtü kaldığı için yer yer akıntılar olması mümkün. Yangınların geride bıraktığı küller ve en önemlisi yok olan bitki örtüsü nedeniyle ortaya çıkacak erozyon, akarsuları ve gölleri su kalitesi açısından etkileyebilir. Toprağın su tutma kapasitesi azalabilir. Böylelikle akarsular ya da göllerde ani su baskınları, ani seller, taşkınların meydanda gelme olasılığı ortaya çıkabilir”
Buna karşı da ormancıların alabileceği tedbirler olduğunu söyleyen Dirik, “Ormancılar yangın sonrasındaki yanan enkazın artıkları, bölgeden uzaklaştırıldıktan sonra kalan maddelerle bir takım hatlar yapıyorlar. Şimdiden bunların araştırılıp, adım atılması gerekiyor. Sonrası için bu durum baş ağrıtabilir” diyor.
İSPANYA ÖRNEĞİ DİKKATE ALINABİLİR
İspanya’da Aralık 2015’te oldukça fazla bir alana yayılan orman yangınları meydana gelmişti. Bu yangınların ardından şirketlerin süreç optimizasyonu konusunda uzman bir isim olan Juan Carlos Sesma, iklim değişikliği konusunda bir proje geliştirmeye karar verdi.
Sesma önceden çimlendirilmiş akıllı tohumlar ve insansız hava araçlarını kullanarak ormanların kısa sürede hayata dönmesini sağlayacak ve geniş arazileri karbon yutağına çevirecek kapsamlı bir yeniden ağaçlandırma projesi hazırladı. Sesma’nın geliştirdiği modelle yerel ağaç, çalı ve çiçeklerden oluşan orman ekosistemleri normal sürecin 100 katı hızlı bir biçimde canlandırılabiliyor.
Peki böyle bir şey bizim ülkemizde de var mı ya da bu tarz bir çalışma söz konusu mu?
Prof. Dr. Doğanay Tolunay, ülkemizde henüz böyle bir projenin olmadığını ama zaman zaman gündeme geldiğinin altını çiziyor. Özellikle insansız hava araçlarının kullanılarak yanan alanlara tohum takviyesi yapılması şeklinde önerilerin olduğunu vurguluyor.
“Orman Genel Müdürlüğü bunu küçük alanlarda uyguladı ama daha kapsamlı bir adım atılmadı. Zaten şimdilik önceliğimiz yanan alanların tohumdan genç kızılçam fidanların gelmesini sağlamak. Bu yangın zaten bize oldukça büyük bir ders oldu. Bundan sonrası için en iyi adımların atılacağına inanıyorum”