İzmir Gıda Çarşısında kadınların işlettiği samimi bir esnaf lokantası.
Urla’da konuşlu bir Kooperatifinin kendi ürettiği ürünlerle hizmet verdiği lokanta.
Dostlarımızla yemekteyiz.
Masalar sanki dostluğumuzun daha çok perçinlenmesi için birbirine çok yakın.
‘Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane’ söylemi ile dost sohbetimiz asıl, yemek bahane dedik.
Yemeğimizin sonuna gelirken masamıza 4-5 yaşlarında, lastik terlikli, çorapsız küçücük çıplak ayak parmakları terliğinden fırlamış esmer bir erkek çocuğu oturdu.
Esnaf Lokantasının servis görevlisi çocuğa 2 tabak yemek getirdi.
Yakınıma oturan esmer çocuk yemeğe önce ‘ Bismillahirrahmanirrahim’ diyerek başladı.
Benim bakışlarım ilgisini çekti ki, elindeki masaya koyduğu bir demet kağıt mendillerden birini bana uzattı.
Lokantanın yetkilisi bayana dönerek ‘Bu çocuk kim’ tanıyor musunuz?’ dedim.
Servis yapan görevli ‘Alptekin bey, bu İbrahim.
Babası temizlik malzemeleri deposunda çalışıyor.
Çarşıda mendil satıyor’ dedi. Küçük çıplak ayaklarına bakarak ismini sordum. ’
Senin adın ne’.’İbrahim.’dedi.
İbrahim öksürüyordu. ‘Sen üşütmüşsün İbrahim’ dedim.
İbrahim titreyen sesi ile ‘Bugün İbrahim çok hasta. Çok hasta ‘dedi.
Yanımdaki dostum yemeğe başlamadan benim yanıma bıraktığı mendili İbrahim’e uzatarak cebinden 5 lira çıkardı.
’Al, 5 lirayı. Mendil sende kalsın’ Lokantadaki bayan yanımıza gelerek. ’İbrahim bedelsiz para almaz’ lütfen mendili alın.’ dedi.
İbrahim yemeğini bitirdi.
Lastik terliklerinden topuğu fırlayan küçük çıplak ayakları ile kasaya yöneldi.
Kasadaki görevlinin önündeki masaya az önce dostumdan aldığı 5 lirayı bıraktı, çıkıp gitti.
Lokanta yetkilisine ‘İbrahim buraya her gün gelir mi ?’ diye sordum.
’Evet, Alptekin bey her gün gelir, yemeğini yedikten sonra kasaya gelerek cebinden çıkardığı o gün cebinde 1 lira varsa 1 lirayı, 5 lira varsa 5 lirayı bırakır.
Babası bize tembihledi.’ Asla para almadan hizmet vermeyin’.
İbrahim’i çok sevdim.
İbrahim 5 yaşında.
İbrahim, tertemiz.
Saf bedeninde incecik naylon gömleği ve lastik terlikli çıplak yumuk yumuk ayakları ile İzmir toptancılar çarşısında kağıt mendil satıyor.
Ve benim bir bayan tanıdığım.
Onunda oğlu 5 yaşında.
Oğluna teninde alerji yapmasın diyerek yurtdışından 190 dolarlık organik çamaşırı internetten ısmarlıyor. Benim tanıdığım dostum kazanıyor.
Kazanacak tabii ki. Popülizm değil benim kastettiğim.
Kazancını istediğince harcamak bireysel özgürlük.
Ama bu dünyada tek başımıza yaşamıyoruz.
Dünyanın mülk sahibi de değiliz.
Paramızı, kazancımızı tüketirken insanlığın paylaşma bilinci ne yazık ki kalmadı.
Kazancını paylaşan yardımsever çok dostum var.
Paylaşmayan böyle dostlarımda.
‘Sadece ben varım.
Sadece ben en iyi biçimde yaşarım, ben kazanıyorum.
İstediğim gibi de harcarım’ duygusunda olan.
Biraz daha ileri gideyim eşinin kazancı ile kendi kazancını aynı evde yaşamalarına rağmen ayrı hesaplayanlar var.
Eşler ayrılık sürecine gidince, eşlerden birinin üzerine kayıtlı evde oturan, diğerinden kira ister durumuna da gelebiliyor.
İnanılır gibi değil.
Kapitalizm de bu değil.
Paylaşım inancı olmayanlar ne yazık ki işte böyle.
Yeryüzü insanlarıyla hep birlikte yaşayıp, onların varlığı ile kazanıyoruz.
Sınırsız ve paylaşmadığımız tüketim alışkanlıklarımız sosyal dengeleri bozmaya başladı.
5 yaşında küçük, çıplak ayaklarıyla kağıt mendil satan İbrahim bu dengeleri eşitleyemez. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Antalya’daki G20 konuşmasını anımsayın.
‘İşverenlere tavsiye ediyorum. kazandıklarınızı dar gelirli insanlarla paylaşın.
Bunu başarmamız lazım.
Fakiri tahrik etmeyelim.
Paylaşımcı anlayışı hayatımıza egemen kılalım.’
5 yaşındaki İbrahim, İzmir Gıda Çarşısında çıplak ayakları ile ‘Bugün İbrahim çok, çok hasta ‘ diyorsa, bu durumun sorumluları da yeryüzü üzerinde paylaşma inancında olmayanlar.
Bir gün gelir o paylaşma inancında olmayanlar gökyüzünde , yeryüzünde ihanetler içindeki kalabalıklar arasında da yalnız kalır.