Çağımızda Adalet kavramı çok tartışılır konulardan biri olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Birçok tanımı yapılmasına rağmen adalet her şeyden önce evrensel ve insan onurunun ve eşit bireyin yanında duran bir kavramdır. Hukukun üstünlüğü diye de adlandırılmaktadır. Aslında hukukun üstünlüğü sadece adalete ulaşmak için bir araç olmalıdır. Mevlana ne demiş: Hukuk rahmettir, …ilahi adalet okyanusundan bir damladır. Damla ufak ve küçük hacimli olsa bile okyanusun suyunun saflığını belli eder.
Hukukun üstünlüğü derken “hangi hukukun” üstünlüğü diye kendi kendime sormaktayım. Hangi hukuk ve hangi hukukun üstünlüğü? Hukukun genel tanımı en basit ifadeyle toplumu ve devleti belirleyen kurallar bütünüdür. O halde hukuk kuralları toplumdan topluma ve devletten devlete de değişmektedir.
Sonuç olarak ortada görülen “hukukun üstünlüğü”, “adalet”, “hukuk” iç içe geçmiş ilke, kural ve değerlerdir.
Şimdi gelelim hukukun üstünlüğüne. Yukarıda hangi hukukun üstünlüğü demiştik. Mesela önceki yüzyılda ortaya atılmış felsefeden yola çıkarak oluşturulan Sovyet rejimi de hukuk kurallarından oluşan bir kanun silsilesi ile yönetilmekteydi. Yani özgürlüklerin olmadığı bu düzende yıkıcı Sovyet yasalarını uygulamak hukukun (Sovyet hukukunun) üstünlüğünün gereğidir dersek doğruyu mu söylemiş oluruz? Ya da mesela Çin rejiminde de sırf milliyetleri nedeniyle çeşitli baskı ve katliamlara maruz kalmış insanlara uygulanan bu zulmün, oradaki hukukun gereği olarak yapıldığı iddia edilmektedir. Yani onlara göre hukukun üstünlüğü ve adalet işlemiştir, suçlular cezalandırılmıştır! Bu demektir ki hukukun üstünlüğünü herkes işine geldiği gibi yorumlamaktadır.
Yine dünyayı kasıp kavuran savaşlara neden olmuş Hitler Almanya’sının da bir hukuku vardı. Bu hukuk kuralları onlara göre adaleti tesis etmekteydi. Bu hukuka göre Alman ırkı dışındaki insanlar vatandaş bile değildi ve yaşamaya hakları yoktu. Yine faşist İtalyan Mussolini rejimi de hukuk kuralları ile oluşmaktaydı. Orada da yapılanlar hukukun egemen olması içindi.
Daha nice örnekler sayabiliriz. O halde her siyasi görüşün ve organizasyonunun kendine göre belirlediği kurallara hukuk diye, onların kendi görüşlerine göre işleyen adaleti adalet diye tanımlasak da, esas sorgulanması gereken, tüm dünyada insanlık hak ve onuruna saygı duyan ve her bireyin eşit olduğu bir düzeni sağlayan kurallar olması gerektiğini söyleyebiliriz.
Medeniyet ile bunun hiçbir ilgisi yoktur. Kendilerine medeni diyenlerin bugün hem Avrupa’da ne gibi ayrımcılık ve insan hak ve özgürlüklerine karşı tavır aldıklarını görebilmekteyiz. Mesela medeniyetin ve demokrasinin beşiği dediğimiz yüzyıllarda Sokrates sırf devletin belirlediği tanrılara inanmadığı ve gençleri bu konuda yönlendirdiği nedeniyle idama mahkum edilmişti.
Büyük üstat Mevlana adalet ve bunun kendisiyle anlaşılabildiği zıt kavram olan zulüm terimlerini şöyle açıklar:
Adalet nedir? Bir şeyi yerli yerine koymaktır. Adaletsizlik nedir? Bir şeyi layık olmadığı, kötü bir yere koymaktır.[5]
Adalet nedir? Ağaçlara su vermektir. Adaletsizlik nedir? Dikene su vermektir. Adalet, bir nimeti yerine koymaktır. Her su emen kökü sulamak değildir. Yani hakkı hak sahibine vermektir. Bir şeyi lâyık olmayana vermek ise adaletsizliktir. Adaletsizlik nedir? Bir şeyi konmaması gereken yere koymak. Bu hâl de sadece belâya (felakete) kaynak olur.
İşte hiç eskimeyecek evrensel adalet tanımı…..